2023 yılı Ocak ayı itibariyle yeni bir solukla girdi edebiyat hayatımıza Aşıklara Yer Yok adlı roman. Doğan Kitap Yayıncılıktan çıkan bu eserde Tarık Tufan, düşmenin, düşerken tutunduğumuz şeylerin hiç de tesadüfi olmadığını anlatıyor bizlere.
Kitabın ilk cümlesi “Hayatımı mahvettim. Üstelik bunu yaparken aklım başımdaydı” ile başlıyor. Bu cümleyi aşık olmaması gereken birisine aşık olan ancak ondan kopamayan Orhan’ın ağzından duyuyoruz. Daha sonrasında Orhan’ın hayatının, düşlerinin, bedeninin, ruhunun sürüklendiği kadın Firdevs’in hayatına uzanıyoruz.
Orhan, üniversitede genç bir akademisyendir. Firdevs ile üniversitede aynı söyleşi içerisinde karşılaşır. Firdevs, diğer akademisyenlerin yaptığı konuşmaların aksine söyledikleri ile birçok insanı özelde ise Orhan’ı etkisi altına alır. Dimdik konuşan bu gururlu kadın Orhan’ın hayatında bambaşka bir pencere açar ancak o pencereden asla içeriye bakmaz. Firdevs’in açtığı bu pencerede her an onunda içeri girecek olma ihtimali Orhan’ı zaman içerisinde içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürükler. Firdevs’in kendisi gibi olmasına bir yönde hayran olurken bir yandan da o pencereden kendi dünyasına gelmesini bekler. Firdevs gitse de bekler, Firdevs kendisine zarar verse de bekler, Firdevs bir başkasına aşık olsa da bekler. Önemli olan beklemektir Orhan için. Bekleyebilmenin umuduna sığdırır aşkını.
Orhan acelesi olmayan bir adam Firdevs ise her şeye geç kalmış bir kadındır.
“İnsanı bilinmez yerlere gitmeye ikna eden şey nedir?” diye düşünürken bir arkadaşı vasıtasıyla her şeyden uzaklaşmak bilhassa Firdevs’ten uzaklaşmak için Saklıkuyu’ya giden Orhan, buranın eski zamanlarda Bimarhane olarak kullanıldığını öğrenir. Her an açıkta duran bir bavul ve geriye dönüş planlansa da Orhan’ın yolu komşuları Defne, Ahmet Hilmi Bey ve Belma Hanım ile kesişir. Her birinin hikâyesi Saklıkuyu’da bilinmezleri açarken Orhan bu mekânın onda neleri açığa çıkaracağını merak eder. Bu yüzden sandığından daha uzun kalır Saklıkuyu’da.
Zaman zaman geçmişe gidip zaman zaman Saklıkuyu’nun derinliklerinde bulur okuyucu kendisini. Aylar sonra Firdevsten gelen bir mektubu açıp açmamak arasında kalan Orhan, Firdevsten gelen mektubu tüm açıklığıyla okur. Aslında bilmediği hiçbir şey yazmayan bu mektup Orhan için inanmanın da aşka dâhil olduğu gerçeğini kabullenmesini sağlar. Bu gerçeği onu günden güne iyileştiren, kendi yaralarını çok iyi tanıyan Defne sayesinde yapar.
Orhan, Saklıkuyu’da kaçtığı herkesle yüzleşmiştir. Babasının tahakküm sevgisinde, annesinin suçlayıcı sözlerinde, Ahmet Hilmi Bey’in aynalarında gördüğü kâbuslarında, Belma’nın insanın en iyi bildiği yerden yaralanmasında. Defne’de ise yüzleşmeyip soluklanmıştır Orhan, bu solukta kalmak isteyecek kadar. Çünkü Tarık Tufan’ın başka bir kitabında bahsettiği gibi birbirlerinin ülkesini barbarlar gibi işgal etmeyip davet edildikleri yerde misafir edildiği müddetçe kalmayı kabul etmişlerdir.
Tarık Tufan’ın eserlerinde mekânlar, sözler, karakterler ve altı çizilecek yerler değişse de her zaman şunu görürüz: Karakterlerin hepsi hayatlarını mahvetmeye gönüllü aklı başında kişilerdir. Bu sebeple de şöyle eklemiştir kitabına: “Kim bilir, belki de cehennem insanın kendini bağışlayamamasıdır.”