1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Hermann Hesse, Siddhartha adlı eserinin ardından okuyucusunu Bozkırkurdu adlı kitabıyla farklı bir yolculuğa çıkarıyor. Okuyucusunu çıkardığı bu yolculukta onu düşünmeye ve sorgulamaya iten yazarımız kitabın bitiminde de okuyucusunu uzun bir süre kitabın etkisi altında tutmayı başarıyor. 

Bozkırkurdu kitabında yolculuğumuz Harry Haller isimli ‘acı çekmekte deha sahibi’ bir adamın kendisine bir odaya kiralamasıyla başlamaktadır. Bu yabancı adamın iç sorgulamaları, tavırları ve kendisi için Bozkırkurdu ismini kullanması oteldekilerin dikkatini çekmektedir. Ancak otelde tanıştığı kişiler farkındadır ki Bay Haller’in içinde bulunduğu durum kişisel bir hastalıktan da öte bir ‘çağın hastalığıdır.’ Ve Bay Haller “iki çağ arasında sıkışıp kalanlardan, tüm korunmuşluk ve suçsuzluklara uzak düşenlerden, insan yaşamının tüm güvensizliğini kişisel acı ve cehenneme dönüştürüp yoğun biçimde yaşamaları alınlarına yazılmış biridir.”(ss. 23-24). Bu sebeple Haller içindeki ve kimliğindeki ikilemleri Bozkırkurdu olarak tanımlayarak kişilik çatışması içerisinde olduğunu anlatır. Çünkü içinde bulunduğu toplum ve insanların anlam arayışları onun karakteriyle bütünleşememektedir ve yaşamasını zorlaştırmaktadır. Bu sebeple de en iyi yaptığı şeyin acı çekmek ve mutsuz kalmak olduğuna inanmaktadır. Belki yaşantı olarak bakıldığında düz bir insan olsa da aslında her şeyin zihinde olup bittiğini insanın zihinde öldüğünü adeta gözler önüne serer. Bozkırkurdu’nun bu ikilemi sadece psikolojik olarak gerçekleşmemektedir. Kendisini asla burjuva dünyası içerisine koymayan Harry, kendisini bu dünyanın isteklerinden ve yaşantısından uzak tutar. Fakat bir yandan da burjuva insanının sahip olduğu küçük Burjuvazi dünyaya özlem duyarak yaşar. Böylece bir yanıyla reddettiği şeylerle savaşırken diğer yanıyla da o tarafa kucak açmak ister. 

Uzun bir müddet Harry Haller isimli bu adamın iç muhakemelerine tanık olup onu tanımaya başlarız. Fakat birgün gittiği bir meyhanede tanıştığı kendisinden bir hayli farklı ama onu anlayabilecek bir kadınla tanışmasıyla asıl yolculuğu başlar. Bu kadın: Hermine’dir. Hayatını erkeklerden kazanan bu genç, güzel ve akıllı kadın farklı yollardan ve farklı sözcüklerden de olsa Harry için zihninin bir çıkış kapısı niteliği haline gelir. Hermine her şeyin farkındadır ve bu farkındalık en çok Harry’nin hoşuna gitmektedir. Kendisine ait cümleleriyle kendi iç dünyasını anlatan bu kadın Harry’e şu sözleri kurar: “Siz okumuşların, siz sanatçıların kafalarında türlü türlü orijinal şeyler vardır ama sizler de herkes gibi insansınız; sizin dışınızdaki bizlerin de kafalarında kendi düşüncelerimiz, kendi oyunlarımız yaşar.”(s.93). Hermann Hesse, Siddhartha adlı kitabında yaptığı gibi bu kitabındaki ana karaktere de farklı insanlardan ders aldırarak öğretilerini bir hayat kadınından tecrübe ettirir. Hesse’nin kurgularında olduğu gibi bu romanında da ana karakter Harry sorgulamalarının cevabını kendisine hiç benzemeyen Hermine’nin dünyasında bulur. Hermine kendisinden emin bir şekilde Harry’e onu kendisine âşık edeceğini söylemektedir. Fakat kendi emrettiği şeyleri Harry’nin yapması karşılığında… 

Bu söz dinleme hali ve Hermine tarafından anlaşılma durumu Harry için kaçınılmaz bir kabul barındırır. Böylece ilk olarak Harry’nin dans öğrenmesini ister ve ona dans dersleri vermeye başlar. Öğrendiği danslarla birlikte kadınları dansa kaldırmasını hatta birisiyle sevgili olmasını ister.  Aslında Hermine’nin Harry’e göstermek istediği şey ideallere ulaşamamanın bir hayal kırıklığı olmaması yönündedir. Sen bir çocuksun der Harry’e. İdealler ulaşılmak için yoktur. İdealleri anlamlı kılan gerçekleşmemelerine rağmen ideallerin hep var olmasıdır. Bu sebeple Harry’nin yaşamda yapmaktan çekimsediği ve küçümseyerek baktığı her şeyi ona yaptırır. Hem de gönüllü bir şekilde.  Hermine’nin Harry’e ve dolayısıyla okuyucuya vermek istediği aslında çok açık bir mesajdır. Kitabın temel taşı olan şu sözler ikilemde olan bizlerin de önünde açılan bir kapı misali karşısında durur: “Sana dans etmeyi, oyun oynamayı ve gülümsemeyi ama yine de halinden memnun olmamayı öğreteceğim. Bende senden düşünmeyi ve bilmeyi ama yine de halimden memnun olmamayı öğreneceğim. Her ikimiz de şeytanın çocuklarıyız, farkında mısın?” (s.115). 

Ancak bu yaşam halini gördükten sonra da kolay bir yaşamın ve kolay bir ölümün kendisi için olmadığını söyleyen Harry’i bir tiyatro içerisine alan Hermine ona yeni bir oyun alanı yaratır. Böylece dışarısında yazılar olan ve odalardan oluşan bir sorgulamayla Harry’i geçmişe götürür. Bu odalardan; 

blank

gibi odalarda kendisi ile yüzleşen Harry, hem kendi istediğini hem de Hermine’nin kendisine emrettiği şeyi yerine getirerek sihirli tiyatro oyununu kötüye kullanır. 

Zihni ve yaşamı arasında arada kalanların kendisinden birçok şey bulacağı Bozkırkurdu romanı sade ve anlaşılır bir dil yapısına sahiptir. Ancak taşıdığı felsefik ve psikolojik düşünce ögeleri sebebiyle de aynı zamanda her okuyucuya kendisini açmayacak bir kitaptır. Çünkü bazı kitaplar karşınızda dursa dahi kabul görmek için okuyucudan emek ister. İşte öyle bir kitap Bozkırkurdu”. 

Leave A Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir