Erkeklerin hakim olduğu bir alan olan edebiyatta kadınlar tarih boyunca “temsil edilen” olarak konumlandırılmışlardır.
Odysseia, akıllı ve kurnaz Odysseus’un (odiseyos) tam on yıl süren eve dönüş yolcuğunu anlatır. Başkahraman maceradan maceraya atılarak dünyayı keşfetmekle ve engin bir deneyimin “özne”si olmakla meşgulken –taliplerine rağmen eşini sabırla beklediği için olsa gerek– “akıllı” ve de “uslu” eşi Penelope, Odysseus’un yokluğundaki yirmi yılı “evinde oturup dokuma yaparak” geçirir.
Homeros’un dışındaki yazarların yapıtlarında da kadın karakterlerin bahtının değiştiğini söylemek çok da mümkün değil; ne İlahi Komedya’nın Beatrice’si, ne Hamlet’in Ophelia’sı, ne de Berna Moran’ın da dikkat çektiği gibi İntibah’ın Dilaşup ve Mehpeyker ’ i , Felâtun Bey’le Rakım Efendi’nin Canan’ı, Sergüzeşt’in Dilber’i yapıtlara içkin erkek egemen dünyanın kodlarını kırıp seslerini duyurabilmişlerdir. Kadının, erkek yazınında dışarıda bırakılan, özel alana hapsedilen ve erkeklerin uygun gördüğü imgelerle temsil edilen bir “öteki” olarak konumlandırıldığı gözlemlenir.
Çocuk edebiyatına baktığımızda ise örneğin masallar genel anlamda baktığımız zaman kadını erkeğin hizmetkarı olarak tanımlarlar. Kadının varoluşu erkeğe hizmet etmek üzeredir. Pamuk prenses ve yedi cüceler ; pamuk prenses yedi cüceler ile beraber ormanda yaşamak istediğinde cüceler ona bir takım sorumlulukları yerine getirme şartı ile kalabileceğini söylüyorlar. Pamuk prenses hemen hiçbir şekilde sorgulamadan kabul ediyor. Ve bu noktada kadının itaatkârlığı öne çıkıyor. Yedi tane erkeğe hizmet eden itaatkar-bağımlı kadın olgusu…
Sonrasında prenses yemek yapmakla çamaşır bulaşık yıkamakla sorumlu hale geliyor. Yani burda Kadına yüklenen rol ev işlerini yapması yönünde. Ve bu masal bize prenses bile olsanız hizmet etmekle yükümlüsünüz mesajını çok güzel bir şekilde veriyor.
Bir başka konu ise kadın sürekli kurtarılmaya muhtaç mağdur olarak yansıtılılıyor ve kahramanlık genellikle erkek karaktere atfedilen bir görev olarak karşımza çıkıyor. Kadının başarabileceği, kurtulabileceği bir durum bile olsa o noktada kurtulan kadın değildir, mutlaka onu kurtaran bir “erkek” kahramanı olacaktır.

Ve bu kullanılan söylemler ve kalıp davranış biçimleri ataerkil ideolojiyi pekiştirmektedir. Bunlar kadın kimliğini şekillendirmekle birlikte “ideal kadın” imgesi oluşturmaktadır. Bu durum da kadının tek tipleşmesine sebep olmaktadır.
KADIN KORKUSU: CADI KAVRAMI Cadı kavramının kadına yüklenen bir anlam olması da ayrı bir husustur. TDK Güncel Türkçe Sözlükte “kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın.” olarak geçen cadı tanımı cinsiyetçi bir ifadeyi ortaya çıkarmaktadır.
Toplumun kendi içindeki bireylere yüklediği cinsiyet rolleri ve her rolün uyması gereken davranış şekilleri hayat tarzı vb. şeklinde sıralayabileceğimiz zorunluluklar ve bunların yarattığı ayrımcılık problemleri var. Toplumsal cinsiyetin bir sonucu olarak erkekler ağlamaz, kadınlar anne olmak için vardır ve yine erkekler “evin direği” olur. Bir yanıyla toplumsal cinsiyet, dünyaya geldiğimizden bugüne bizlere sosyal hayatımızda oynamamız gereken rolleri aşılıyor. Peki nasıl öğreniyoruz bu rollerimizi?
Bireyler, o toplumun beklenti ve kurallarına ayak uydurarak toplumda var olmaya özen gösterirler. Tüm bu kural ve beklentilere sosyal normlar denir ve sosyalleşme adı verilen süreçle öğrenilir. Bireylerin bu normlara uygun yaşamaya özen göstermesinin nedeni, toplumun onları “farklı” olan bireyi dışlama, görmezden gelme ve yargılama gibi cezalara maruz bırakmasıdır. Cinsiyet rolleri de bu normların önemli bir parçasıdır.
Toplumsal cinsiyetin en tipik örnekleri, erkeklere küçükken “mavi” rengin yakıştırılması, “pembe” rengin ise kızlar için kullanılmasıdır. Eğer bir erkek “pembe” giyiyorsa, “kadınsı” olarak yaftalanır. . Bu toplumsal ayrımlar büyüme ve gelişme boyunca devam eder: Kız çocukları daha “nazik, yumuşak başlı, duyarlı, evcimen ve bağımlı” olarak görülürler; öyle olmaya yönlendirilirler. Erkek çocukları ise “saldırgan, egemen, hırslı, güçlü ve bağımsız” olacak biçimde şekillendirilirler.