Pascal Mercier’in “Lizbon’a Gece Treni” adlı romanından uyarlanan ve Bille August’un yönetmenliğini üstlendiği film 2013 yılında gösterime girmiştir. Filmin başrollerinde Raimund karakteri ile Jeremy Irons, Amadeu karakteri ile Jack Huston, Jorge karakteri ile de Bruno Ganz gibi isimleri görmekteyiz. Filmimiz gerilim, romantik ve gizem gibi unsurları içerisinde barındırsa da izleyiciyi eşsiz müzikleriyle felsefik bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Raimund, kendi halinde bir öğretmendir. Sıradan yaşamıyla ve eski eşinin onu sıkıcı olarak tanımlamasıyla ifade eder kendini. Daha önce hiç yaşamadım, der şahit olduğu onca şeyin ardından. Ancak birgün okula giderken nehre atlamak üzere olan kırmızı montlu bir kadınla karşılaşır. Onu kurtarırken kendi yolculuğu başlar. Kadın giderken ardında kırmızı montunu ve içerisinde bir kitabı bırakır. Raimund kitabı açtığında şu satırları okumaya başlar:
“Madem içimizde yer alan hayatın küçük bir kısmını yaşıyoruz geri kalanına ne oluyor?” Bu satırların arasından Lizbon’a giden bir tren biletinin çıkmasıyla Raimund, kitabın yazarının yani Amadeu’nun hayat yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta Amadeu’nun kitabından alıntılara yer verilir. Bu felsefik noktalar hem kahramanımızı hem de izleyiciyi sorgulamaya itmektedir. Bu satırları yazan kişinin yaşamını merak eden Raimund, Lizbon tarihi adına ve Amadeu’nun yaşamı adına birçok şeye tanık olur. Üstü kapatılmış bir hikâyeyi yeniden açar. Yarım kalmış cümleleri tamamlar.
Amadeu Aristokrat bir aileden gelen oldukça varlıklı bir gençtir. En yakın arkadaşı olan Jorge ile birlikte Lizbon direnişine katılırlar. Ancak bu direniş Estfania adlı genç bir kadının varlığı ile başka bir yolculuğa dönüşür. Tüm hikâyeyi birleştirmek isteyen Raimund, Amadeu’nun yaşamında yer almış kişilerle görüşür. En yakın arkadaşı Jorge, kız kardeşi Adriana hatta Estefania… Böylece filmde bugün ve geçmiş bir arada sunulur.
Lizbon sokaklarında ve köhne bir otel odasında Amadeu’nun kaleminden şu satırları okuruz:
“ Hayatın yönünü sonsuza dek değiştiren önemli anlar her zaman bağıra çağıra gelmesiyle anlaşılmaz. Gerçekte, hayatın yönünü belirleyen deneyim anları çoğu zaman inanılmaz derecede gösterişsiz olurlar. Devrimsel etkisini açığa vurup hayatın yepyeni bir ışık altında meydana çıkmasını sağlarken bunu sessizce yapar. Ve bu muhteşem sessizlik içinde onun özel asaleti ikamet eder.”
Raimund, tüm gerçekleri öğrendiğinde Bern/İsviçre’ye doğru yola çıkar. Yaşadığı birkaç gün dışında kendi hayatını sorgular. Lizbon’da tanıştığı Mariana isimli bir kadının “neden kalmıyorsun ki?” sorusuyla trenin önünde durur ve film biter. Raimund kalmış mıdır Lizbon’da bilinmez. İzleyiciye bırakılır.
Filmde, karakterler ve devrim adına net açıklamalar yer almaz bazı boşluklar bırakılır. Ana karakterimiz ve kitabın yazarı olan Amadeu için bile bu durum böyledir. Onun çıktığı aslında devrim yolculuğu değil kendi yolculuğudur. Bunun için yazmıştır kitabını ve yalnızca yüz adet basılmıştır. İstenen de budur belki. Amadeu’nun da belirttiği gibi gerçeklerin bağıra çağıra gelmemesi. Özünün verilmesi ve bu özün herkeste ayrı bir şekilde yeşermesi…