Kitabın kendi dilinde şöyle bahsediliyor romandan:

“Bir ay önce, on altı yıldır çalıştığı gazeteden kovulmasının ardından Türkiye’yi terk edip Rio de Janeiro’ya yerleşme kararı alan gazeteci Salih’i, yıllardır müdavimi olduğu Nefaset Lokantası’nda, neredeyse ailesi haline gelen lokanta sahiplerinin düzenlediği veda yemeğinde başka bir sonun başlangıcı beklemektedir. Salih’in deyimiyle zehirlenmiş bir topraktan gitme hayali önce bir geçmiş aşk hikâyesine, sonra çocukluk hikâyesine takılır. Belleğin labirentlerinde geçmişe yapılan bu yolculukta iç içe geçen zaman parçaları, bir yandan bugüne bulaşıp onu belirsiz bir boşlukta asılı bırakırken, bir yandan da geleceği bulanıklaştırır.” 

Nefaset Lokantasında Salih’e verilen veda yemeğinde bulunanlar: Afitap, Suphi, Altan, Şükran, Bahadır, Leyla, Metin, İbrahim ve Salih. Bir de Salih’in içinde herkesten habersiz yer alan Nihan. Hepsi Afitap hanımın ve eşi Suphi Bey’in lokantasında bir arada yemektedir. Ancak beklenmedik bir şey gerçekleşir. Birbirlerini belki herkesten daha iyi tanıyan bu insanlar veda yemeğinde Suphi Bey’in itirafıyla ve Afitap Hanımın vedasıyla sarsılır. Bu veda ise Salih’i Nefaset Lokantasına bağlı kılar. Çünkü Afitap Hanım, Nefaset Lokantasını Salih’e bırakmıştır. 

Hâlbuki Salih yapılan tüm vedaların ardından üzeri tam olarak kapanamayacak bir valiz hazırlamıştır. Nefaset Lokantası’nın kendisine kalmasıyla ne gidebilmiş ne de kalabilmiştir artık. Bu vedalar sırasında sustuklarıyla, söyledikleri ve söylemedikleriyle, arkadaşlarıyla, kendisiyle, Nihan’la, insanlarla, Türkiye’yle, varoluşuyla, cücesiyle ve geçmişiyle yüzleşir. Bu yüzleşmede okuyucu kendisinden birçok şey bulur. Çünkü olayların gidişatından ziyade durumların kendisiyle ilgilenir yazarımız. Gündelik hayatın akışı içindeki tutulmaları ana karakterimiz Salih’in bakış açısıyla verdiği gibi Nihan’la ve Metin’le de farklı bakış açılarını romanına dâhil ederek okuyucu diri tutar.

Tuğba Doğan’ın ikinci romanı olan Nefaset Lokantası diğer kitabı gibi yüzleşmenin romanı olarak karşımıza çıkar. Gitmek isteyip gidemeyenlerin, anların içine hapsolmuş, hayatındaki birkaç anıya bir türlü borcunu ödeyememiş insanların romanı olarak karşımıza çıkar. Bir de hep başka türlü bir hayatı olması gerekirmiş gibi yaşayanların romanı olarak. Bu sebeple şöyle der Salih:

“Birazdan pılımı pırtmı toplayıp bir yere gidecekmişim de her şeyi orada halledecekmişim, yaşamaya orada başlayacakmışım gibi şimdi ve burada sadece bekledim, bekliyorum. Otobüs gelecek, bineceğim, bir yere gideceğim, her şey orada başlayacak. Beni gerçek hayatımın başlayacağı yere götürecek bir araç, -tren, gemi, uçak ne olursa- mutlaka gelip beni alacak. Benim hayatım bu değil, olamaz. Birgün bir şey olacak bir şey kökten değişecek ve gerçek hayatım başlayacak ben de onu yaşayacağım, yaşarken de diyeceğim ki hah işte buydu. O zaman bütün eylemsizliklerimin, tereddütlerimin, kelimelere dökülmemiş muhteşem görüşlerimin, içimde sır gibi tuttuğum heveslerimin, vermediğim müjdelerimin, dilemediğim özürlerimin, inmediğim yokuşların, edip de dönmediğim vaatlerin bir açıklaması olacak.” 

Gitmek, kalmak ve durmakla ilgili derdi olanların, söyleyemedikleri her şey için sonrasında pişman olanların, ait olamayanların, her an valizi açık duranların seveceği bir roman, Nefaset Lokantası. 

Leave A Comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir