Milyarlarca gök cisiminin arasında bize benzer insanların yaşadığı ihtimali var mıdır?

Peki, biz onları uzayda ararken onlar da bizi aramaya buraya geliyor olabilirler mi?

Kendi gezegeninden araştırma yapmak için dünyaya gelen Peekay’ın hayatı bu sorular ışığında dünya adlı gezegenle kesişir. Çünkü bir hırsız onu gezegenine götürecek olan kolyesini çalmıştır. Böylece Peekay dünya adlı bir gezegenin içerisinde kalır. Ancak bu gezegende yaşayış hiç de sandığı gibi değildir. Buranın dilini, yaşamını, bilhassa inanışlarını öğrenmeye çalışır. Bu süreçte de onu kendi gezegenine götüren kolyesini 15 milyon nüfusluk Hindistan’da aramaya başlar. Çaldığı kişiyi bulabilmesi içinse herkes ona tek bir şey söyler: “Sana sadece Tanrı yardım edebilir.” Kendisine yardım edebilecek tek şeyin Tanrı olduğunu duyan Peekay böylece her yerde Tanrıyı aramaya başlar. Ancak bu arayış dünya adlı gezegende hiç de kolay olmayacaktır. 

İlk olarak milyonlarca evi olan, ufak bir ücret karşılığında sorunları çözen putlaştırılan Tanrılarla tanışır. Onlara adaklar adar. Ardından kiliseye gider oradan ise camiye. Ancak her gittiği yerde Tanrıya sunulan şeyler, ibadet şekli ve hitaplar farklıdır. Kilisede tanrıya şarap sunulurken camide bu yasaktır. Bir ibadethaneye ayakkabı ile girilirken bir diğerinde ise bu ayıptır. Tüm bu farklılıklar sonucunda tek bir Tanrının değil birçok tanrının olduğunu anlayan Peekay her Tanrının kendi kuralları olduğunu anlar. Böylece Tanrılardan birisi evine gitmesine yardım eder ümidiyle kendi dinini ve tanrısını bulmak için bütün tanrılara tapmaya karar verir. Peekay’ın bütün dinler içerisinde Tanrısını aradığı sahneler filmin en çarpıcı kısımlarını oluşturur. Önce Ganj nehrine girerek arınır. Ardından kutsal suya girer. Oradan ise camiye doğru yol alır.  Tapınaklar arasındaki bu yolculuk içsel olarak Peekay’ı yorar. Tanrım neredesin?  diyerek her yerde onu bulmaya çalışır. Tanrı onun için bir sürü adı ve sıfatı olan ancak bir türlü bulamadığı bir kaynağa dönüşür. Ve çaresizlik içinde şunları söyler:

Tanrım, aklım karmakarışık. 

Nerede hata yapıyorum? Neden sesim sana ulaşmıyor? 

Anla halimi. Bana yol göster. Lütfen. 

Ellerimi kavuşturup mu yoksa dizlerimin üstünde, alnım secdede mi konuşayım sana?

Çanla mı uyandırayım seni? Yoksa hoparlörle mi?

Gita’yı mı, Kuran’ı mı İncil’i mi okuyayım?

Her müdürün başka bir şey söylüyor.

Kimi ille de pazartesi oruç tutulur diyor, kimi Salı diyor. 

Kimi güneş battıktan sonra kimi doğduktan sonra yenmez diyor. 

Kimi ineğe tap diyor. Kimi onu kurban et diyor. 

Kimi yalın ayak tapınağa yolluyor. Kimi ayakkabıyla kiliseye. 

Hangisi doğru hangisi yanlış?

Hiçbir fikrim yok. 

Televizyon muhabiri olan Jaggu isimli genç ve güzel bir kadın ise yaşadığı hayal kırıklığı sebebiyle Belçika’dan Yeni Delhi’ye ailesinin yanına dönmüştür. Basit haberler sunmaktan bıkan Jaggu, birgün Peekay ile karşılaşır. Peekay’ın garip tavırları, kıyafetleri, şaşkın bakışları ve yaptığı işler onu etkiler. Yeni bir haber bulmak adına Peekay ile iletişim kurmaya ve onu tanımaya çalışır. Ancak Jaggu, duydukları karşısında başlarda Peekay’a inanmaz. Çünkü Peekay, başka bir gezegenden dünyaya geldiğini, buranın berbat bir yer olduğunu, onların gezegeninde dil, kıyafet gibi şeylerin olmadığını anlatır. Ayrıca onlarda iletişimin düşünceler boyutunda gerçekleştiğini söyler. Birisiyle el ele tutuşmak Peekay için iletişimin tek yönüdür. Jaggu’ya güvenerek ona başından geçenleri anlatır. Ellerini tutarak ona dair bir şeyleri öğrenir ve kendisine inanmasını sağlar. Böylece Jaggu ve Peekay arasında bir dostluk meydana gelir. 

Peekay, Tanrısını aradığı sırada kumandasını Hindistan’ın önemli bir ismi olan Hazretleri’nin elinde görür. Ancak bu kumandanın kendisine ait olduğunu ne Hazretlerine ne de oradaki kişilere anlatabilir. Çünkü Hazretleri bu özel taşı kutsal taş diye insanlara sergilemektedir. Tüm bu anlatılanları dinleyen ve Peekay’ın akıl okumasından söylediklerinin doğru olduğunu anlayan Jaggu, Peekay’ın evine dönmesi için bir fikir bulur. Ve muhabirliğinden de faydalanarak televizyon programında Peekay’ı ve Hazretleri denilen kişiyi konuşturmaya başlar. Peekay, burada Hazretlerinin insanlara verdiği öğütleri birer şaka ya da yanlış numara olarak adlandırır. Çünkü ona göre insanlar Tanrının çocuklarıdır ve Tanrı, Hazretlerinin verdiği öğütlerdeki gibi insanları zorlayarak onların bir şeyler yapmasını istemez. 

Peekay, dünyada kaldığı süre boyunca inanışlar hakkındaki doğru bilgiye ulaşmıştır. Ve halka açık bir şekilde Hazretlerine karşı şunları söyler:

“İki tanrı var. Biri bizi yarattı, diğerini siz yarattınız.”

Bizi yaratan Tanrı, aracısız bir şekilde bizleri duyabilen, ayrım yapmayan, kimseye muhtaç olmayandır. Hâlbuki insanların yarattığı Tanrı ise insanlar aracılığıyla korku veren, insan ayrımı yapan, kendini aracılar tarafından hatırlatan, para kabul eden, zenginleri önceleyip fakirleri duymayan bir yaratıcıdır. Peekay bu duruma karşı çıkmaktadır. Üstelik tüm ülkenin gözleri önünde…

2014 yılında gösterime giren film, sorgulayıcılığı ve diyalogları açısından eşsiz bir yapım. Amir Khan’ın oyunculuğu ise izleyiciye geçecek türden sahici. Zaman zaman ağlatan, zaman zaman güldüren fakat çokça düşündüren, inançları sömürge haline getiren ve bundan kazanç sağlayan insanlara yönelik dinlerin nasıl kullanıldığını izleyicilere gösteren Peekay filmi izlenilmeye değer filmlerden. 

Visited 5 times, 1 visit(s) today

Leave A Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *