Patrıck Süskınd’ın Koku isimli romanından uyarlanan Koku: Bir Katilin Hikâyesi filmi, 2006 yılında gösterime girmiştir. Filmin yönetmenliğini Tom Tykwer yaparken filmin başrolünde ise Ben Whishaw yer almaktadır. Film, 2007 yılında En İyi Film Dalında Alman Film Ödülü’ne ve aynı yıl konusu itibariyle En İyi Kurgu Dalında Alman Film Ödülü’ne sahip olmuştur.
Filmimiz, XVIII. yüzyılda Fransa’da Paris’in en pis kokan yeri balık pazarında Jean- Baptiste Grenouille’nin doğumuyla başlıyor. Doğduğu anda annesi tarafından terk edilen Grenouille, pazardaki insanlar tarafından balık leşleri süpürülürken bulunuyor. Annesi çocuğunu ölüme terk etmesi sebebiyle idam edilirken Grenouille ise bölgedeki bir yetimhaneye veriliyor. Daha doğduğu andan itibaren kokulara karşı hassasiyeti olan ve kötü şartlarda yaşamayı başaran bu çocuğun yaşamı film boyunca izleyiciye aktarılıyor. Diğer çocuklardan da oldukça farklı olan Grenouille’in ilgisini ise sadece kokular oluşturuyor.
İnsanları, hayvanları, şehirleri, eşyaları kokularından tanıyan Grenouille için hayatın tek anlamı kokuları tutmayı öğrenmektir. Böylece büyüyüp yetimhaneden ayrıldığında ünlü bir koku ustasının yanında işe girer. Ondan kokuların isimlerini ve onları saklamayı öğrenir. Ustası ve Grenouille şunun farkındadır: Dünyanın en iyi burnu Grenouille’de bulunmaktadır. Ustası, hiçbir formül kullanmadan kokuları ayırt edebilen ve esansları karıştırıp harikulade parfümler yapan Grenoulli’den epey zengin olur. Ancak geçirdiği bir kaza sonrası bu zenginliği yaşayamaz. Grenoullie ise ustasının ölümü üzerine dünyanın en güzel kokusunu yapmak için yeniden yollara koyulur. Hiçbir kokunun olmadığı hiçbir insanın bulunmadığı bir yere giderek kendisini yıllarca buraya kapatır. Zaten hiçbir zaman insanlarla olmaya alışamamış ve onlarla iletişim kuramamıştır. Bu mağarada yıllarca hayatta kalmayı başarır. İç huzuruna ulaşır. Kitapta bu süreç şu şekilde ifade edilir:
Bugüne kadar hep, büzülüp uzaklaşması gereken şeyin genel olarak dünya olduğunu sanmıştı. Oysa dünya değildi, insanlardı. Öyle görünüyordu ki dünyada, insanları boşalmış bir dünyada pekâlâ yaşanabilirdi.
Mağarada geçirdiği günler içerisinde Grenoullie hiç fark etmediği bir şeyi fark ederek kendi kokusunun olmadığını anlar.
“Herkesi ve her şeyi kokulardan bilen birisi için kendi kokusunun olmaması başkalarının gözünde bir hiç olduğunu düşündürür. Hiç var olmamış gibi”
Böylece Grenoullie mağarasından çıktığında artık kendisi için plan kurmaya başlar. Dünyanın en güzel kokusuna sahip olacak ve insanların karşısına bu şekilde çıkacaktır. Güzel olan her kokunun peşine düşen Grenoullie, bu kokulara ulaşmak için bitki, nesne, insan ayrımı yapmaz. Her şeyi damıtmaya çalışır. İnsanın damıtılamayacağını anladığında ise onları öldürerek kokularını yağlara dönüştürür. Ancak şehirlerde esrarengiz bir şekilde gerçekleşen kadın ölümleri herkesi korkutmaya başlar. Birbirinden güzel kadınların aynı şekilde öldürülerek cesetlerinin bulunması kentte korkuya neden olur. Kızlar sokağa çıkamaz hale gelir. Ve şehrin ileri gelenleri katili bulmak için çalışmalara başlar.
Grenoullie içinse tüm kokular hazırken artık tek bir kişinin kokusu eksik kalmıştır, Laura’nın. Güzelliği ile dikkat çeken bu genç kız babası tarafından her ne kadar korunmaya alınsa da Grenoullie yine de amacına ulaşır. Böylece kokular tamamlanmış olur. Artık incelikle toplanmış bu kokular tek bir şişede ve Grenoullie’in elinde hazırdır.
Fakat koku bittiğinde cinayetlerin Grenoullie tarafından işlendiği ortaya çıkar. Grenoullie yakalanarak idam edilmek istenir. Tüm halkın gözü önünde Grenoullie idam edilecekken cebinden kokuyu çıkararak kendisine ve etrafına sürmeye başlar. Tüm halk bu eşsiz koku karşısında adeta büyülenir. Tüm halk Grenoullie’in cinayet işleyemeyeceğine inanır, onu bir melek gözüyle görmeye başlar. Ardından herkes soyunur ve birbiriyle sevişmeye başlar. Filmin bu kısımlara adeta hipnoz şekilde gerçekleşir. Kimse ne yaptığının farkında değildir. Bu sırada Grenoullie oradan uzaklaşarak yeni bir yola koyulur: Paris’e.
Yanında, bütün dünyayı etkisi altına alacak kadar parfüm varken, kralı ve papayı dahi etkisi altına alıp kendisini Mesih ilan ettirebilirken, istese bunları ve daha fazlasını yapabilirken Grenoullie, hikâyesinin başladığı yere doğduğu yere döner. Elindeki tüm parfümü başından aşağı döker. İnsanlar hipnoz olmuş bir şekilde üzerine gelir ve Grenoullie’i paramparça eder.
Film, içerisinde birçok sembolü barındırmaktadır aslında. Parfüm, Grenoullie için sevgi anlamını taşır. Bu yüzden kokuyu sürdüğünde onun etkisiyle herkes sevişmeye başlar. Bu sebeple parfüm üzerindeyken insanlar onu görmeye ve sevmeye başlar. Kokuyu sürünmediğinde ise Grenoullie adeta hiç kimsedir.
Ancak Grenoullie parfümün yapamayacağı şeyler olduğunu da anlamıştır: Parfüm, onu herkes gibi seven ve sevilen birisine dönüştüremez. Bu sebeple kendi yarattığı şeyle canına kast eder. Kendi doğduğu yerde kendi ölümünü yaşar. Kendi elleriyle yaptığı parfümü yani sevgiyi kabul etmez. Ve yok oluşa, hiç olmamışlığa doğru gider.